Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

İlhami Algör

EdebiyatRomanAşk

E-Kitap

bitirildi

Tarih, bunu on yedi bin dilde yazmıştı ki, bazı şeylerin bir saatten sonra davası olmazdı. Fakat konu Müzeyyen olunca, ben tarihi falan takmazdım. Nitekim, konuya uygun düşen tarih de beni takmayacaktı.
"Aynadaki kadın benim zıttım," demişti, "ben ne kadar ev haliysem o, o kadar sokak. Ben sokulgan isem, o başını alıp giden. Ben gündüzüm, o gece... Çapkın, güçlü, özgür."
Giysi dolabının bir kapısı yarım açıktı. Kapı açıyla duruyor, üzerindeki aynada kendimi görüyordum. Ben kendimi, en sivil hallerimin tanığı olan mekâna giren adam olarak hissederken, ayna beni, arkasında boş bir koridor olan adam olarak gösteriyordu.
Ev, çevresindekilerin tercihlerine karışmayan, bu tarafsızlık nedeniyle, kendi kaderine sahip çıkma yeteneğini kaybetmiş ve şimdi bir dekor gibi sadece ön yüzü ile mevcut bir evdi. Kadın ise yıllar önce arka kapıdan, başka biriyle kaçmıştı. Evi saran sarmaşık her şeyi biliyor ve susuyordu. "Evi yak," dedim adama, "yak ve git."
Bazı gece yarıları uyanır, beni, kendisini seyrederken bulurdu. Yüzümü okşar, burnumu oynatır ya da göğsüme sokulur, yine uyurdu, içim büyür, içimde dolunay olur, önünden ince bir bulut geçer, bedenim manzaraya dar gelir, burun direğim sızlardı.
Salona geçtim. Eşyalar, "Abi, hoş geldin," dediler. Oturdum, bir sigara sardım. Karanlıkta ev, şahsiyet gibi duruyordu. Camekânlı dolap, pencereler, kitaplık, duvardaki uyuz tablo, karşılıklı oturmuş susuyorduk. Ben kafamı toplamaya çalışıyordum, onlar "Eee?" diyorlardı.
Açtım kapıyı, girdim içeri. Kapı kilidi ağzını açsa da, dilini kessem diye bekledim. Çıt çıkarmadı. Kapatırken kaçırdı ağzından: "Nereden?" Vazgeçtim, yeri ve zamanı değildi.
Bir eli omuzumda, diğeri çenesinde, bir yerlere dalıp gitti. Nefes bile almıyordum. Eli orada kalsın istiyordum. Kalsın, bana dönsün, sessiz bir "Ne?" desin, ben kedi olup çene altına sokulayım, sonra gerdanına, göğsüne sarılayım, sarılıp tenime yapıştırayım, sonra yine yunus, yılanbalığı, yaprak, polen ve... Eski günlerdeki gibi.
Ne olmuştu da, "Seninle dünyanın her yerine gelirim," diyen Müzeyyen, durduğu yerden çekip gitmelere başlamıştı. Nerelere gidiyordu? Gelirken getirdiği bakışlar ne dalgaydı? Hangisi Müzeyyen’di? Ya da Müzeyyen kimdi? İlk tanıdığım kimdi, şimdiki kim?
Mesafeli bir yerden konuşuyordu. Oraya nasıl ve ne zaman gitmişti? Ben mi göndermiştim? Taksi mi tutmuştu?
Masa örtüsüne motif olup tüymeye çalışmıştım. Mümkün olmamıştı.
Herif rüzgârı kendinden menkul uçurtmanın teki. Ara sıra telleri takılır gibi kadına geliyor gece yarısı.
Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün Kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine...
Gözümün önüne Müzeyyenin gülümseyişi gelmişti. O’na "Apo ile Doğan tek kale maç yapsınlar, altıda devre on ikide biter, işi kansız bağlarız, trilyonlar ile memleket evlatları da bize kalır," dediğimde gülümsemiş, fakat o gülümserken, kendimi kısa pantolonlu ve paça arasından bülbülüm görünüyormuş gibi hissetmiştim.
Ayak sesleriniz de olmasa, var olmadığınıza sizi neredeyse inandıracak bakışlar sokağı.
Ufak ufak kendimle konuşmaya başlamıştım, topladım kendimi.
Tütünümü, anahtarımı aldım, evden tam çıkıyorum, bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum olduğunu fark ettim. Önemsemedim. Yol, bana uygun bir ruh önerebilirdi. Kapıyı çektim, kilidin dili yuvasına otururken "Nereye?" dedi. Aldırış etmedim, çıktım.

© 2024

Taylan Tatlı

TwitterGithubInstagram