Logo
Bekleyiş Unutuş

Bekleyiş Unutuş


AnlatıEdebiyatFelsefeDüşünce
E-Kitap

okumaya başladım

Okuyorum
bekleyis_unutus-maurice_blanchot
Sıklıkla onun konuştuğu hissine kapılıyordu fakat kadın henüz konuşmuyordu. Bu yüzden adam bekliyordu. Bekleyişin büyük hareketli çemberindeydi, kadınla birlikte kapatılmış halde.
Sizinle konuştuğumda sanki beni sarmalayan ve koruyan parçam beni terk ediyor ve dışarıya karşı beni korunmasız ve çok zayıf bırakıyor. Benim bu parçam nereye gidiyor? Bana karşı dönen sizin içinizde mi?
Öyle bir şey yap ki seninle konuşabileyim.
Kadın konuştuğunda, kelimeleri önceden var olan bir dilin zenginliği ile ilişkilendiremediği izlenimini veriyordu. Kelimeleri tarihsizdi, kimsenin geçmişiyle bağları yoktu, hatta kendi yaşamıyla da, herhangi birinin yaşamıyla da ilişkileri yoktu. Yine de, sadece belirsizlik eksikliğinin şüpheli hale getirdiği bir kesinlikle ifade ediyorlardı söylediklerini: sanki onun dışında yeniden sessiz hale gelecekleri yegane bir anlamları vardı.
Adam ne bildiğini hiçbir zaman bilemeyecek. İşte yalnızlık buydu.
Yola çıkacaktı, fakat yine de kalacaktı. İşte kadının da çevresinde dolandığı hakikat buydu. Ve kimi zaman, halihazırda bir tür kanıt olan bir kayıtsızlıkla, kalmasının bu ikinci biçimine ulaşıp ulaşmadığını soruyordu kendine: buradaydı, çünkü başka bir zaman çekip gitmişti.
Kadını konuşmaya zorluyordu, şimdi farkına varmıştı. Kadın içeri girer girmez, kapıyı kapatmıştı.
Kadın sadece şunu söylemiyor muydu: “Burada kapalı kaldık, artık çıkamayacağız buradan”? Ağır ağır, birden bire farkına vardı adam: artık bir çıkış arayacak. Çıkışı bulacak. Buna rağmen her şey değişmeden kalıyordu.
Beklemek, sadece beklemek. Tuhaf bekleyiş, her anı birbirine eşit, tıpkı mekanda her noktanın birbirine eşit olması gibi, mekana benziyor, aynı süreğen baskıyı uygularken, baskı uygulamıyor.
Öncelikle yakınlık, öncelikle yakınlığın bilinemeyişi, öncelikle birbirlerinden habersiz, birbirlerine dokunan ve ilişkisiz meçhul anların yan yanalığı.
”Zaten her şeyi biliyorsunuz.” — “Evet, her şeyi biliyorum.” — “O halde neden beni söylemeye zorluyorsunuz?” — “Sizden işitmek istiyorum, sizinle işitmek istiyorum. Bu ancak birlikte bilebileceğimiz bir şey.” Kadın söylediklerini düşünüyor: “Fakat daha azını bilme ihtimalini göze almıyor musunuz?” Düşünme sırası şimdi adamda: “Bunun bir önemi yok, konuşmalısınız; bir defacık, tek bir defacık da olsa sizden işitmeliyim.” — “Eğer bir defa söylersem, her zaman söyleyeceğim.” — “Evet, her daim böyle bu."
"Bilmeyi istemiyorum. Bilmeye ihtiyacım olmaması için bana söylemenizi istiyorum.”
Sabır olmaksızın, sabırsızlık olmaksızın, ne razı olarak ne de reddederek, hareketsizlik içinde devinen, terk edilmenin olmadığı bir terk edilmişlik.
Eğer söylediğimizin arkasında durmamak, kelimelere hiçbir sıcaklık ya da yaşam yüklememek, kendinden uzakta konuşmak fakat yine de büyük bir tutkuyla, sıcaklığın ve hayatın olmadığı bir tutkuyla konuşmak mümkünse, işte şimdi kadın konuşuyordu.
Kadın durdu ve sanki bir başka düşünceye geri döner gibi: “Sadece tek bir şeyi bilmeye muktedir olmalıyım.” — “Tıpkı benim tek bir şeyi işitmem gibi. Fakat aynı şey olmayacak diye çekiniyoruz. Tedbirimizi alıyoruz.”
Kadının sıra dışı bir iyi niyeti vardı. Adam soruyordu, o yanıtlıyordu. Fakat bu yanıt, doğrusu, sorudan fazlasını söylemiyor ve yalnızca onu düğümlüyordu.
”Benim yanımda memnun değildi, hiç kimsenin yanında memnun değildi."
"Ayrıyız korkarım, sizin hakkınızda söylemek istemediğiniz her şeyden dolayı.”
Aralarında hakiki bir diyalog yoktu. Sadece bekleyiş söyledikleri arasında bir ilişkiyi sürdürüyordu; beklemek için sarf edilen sözler, sözlerin bekleyişi.
Bekleyişte her söz ağır ve başına buyruk hale gelir.
Kısır bekleyiş, hep daha yoksul ve daha boş. Gebe bekleyiş, bekleyişte hep daha zengin. Biri diğeridir.
Boşluğun sayılamaz nüfusu.
Kadın adamı yok sayıyordu, o da bunu kabulleniyordu.
Bekleyiş bekliyor. Bekleyen, bekleyiş yoluyla beklerken ölüyor. Adam bekleyişi ölüme taşıyor ve sanki ölümden, öldüğümüzde hala beklediğimiz şeyin beklenişini yaratıyor.
Kadın sadece konuşuyor, sadece susuyordu.
Adam da onu unutuyordu: hatırlamayan hatırlanamaz.