Bin Muhteşem Güneş

Bin Muhteşem Güneş

Khaled Hosseini

EdebiyatRoman

E-Kitap

bitirildi

Dünyanın dört yanından, Amerika’dan Çin’e kadar her yerden itiraz çığlıkları yükseldi. Yeryüzünün her yanındaki hükümetler, tarihçiler, arkeologlar mektuplar yolladı, Afganistan'ın bu en görkemli tarihi eserlerini yok etmemesi için Taliban'a yalvardı. Ama Taliban bildiğini okudu ve iki bin yaşındaki Buda'ları patlattı, paramparça etti. Her infilakta Allah-ü ekber diye bağırıyor, heykellerden kopan her parçaya, bir toz bulutu halinde ufalanan her kola, her bacağa sevinç çığlıklarıyla tezahürat yapıyorlardı.
Kazmalı, baltalı adamlar, bakımsızlıktan dökülen Kabil Müzesi'ne daldılar, İslam öncesi heykelleri parçaladılar -Mücahitler tarafından çoktan yağmalanmamış olanları, elbette. Üniversite kapatıldı, öğrenciler evlerine gönderildi. Resimler duvarlardan indirildi, kılıçlarla parçalandı. Televizyon ekranları tekmelendi. Kitaplar, Kuran dışında, yığınlar halinde yakıldı, kitap satan dükkanlar kapatıldı. Halili'nin, Pejvak, Ensari, Hacı Dehkan, Eşraki, Beytab, Hafız, Nizami, Rumi, Hayyam, Beydel ve daha pek çoklarının yapıtları kül oldu.
"Bizi geri gönderirseniz," dedi onun yerine, yavaşça, "bize ne yapacağını söylememe gerek yok." Adamın gözlerini kaçırmamak için harcadığı çabayı görebiliyordu. "Bir erkeğin evinde ne yapıp yapmadığı bir tek kendisini ilgilendirir." "Peki, o zaman kanun ne olacak, Memur Rahman?" Öfke yaşları gözlerini yakıyordu. "Düzeni sağlamak için orada olacak mısın?" "Prensip olarak, özel aile meselelerine karışmıyoruz, hemşire." "Karışmazsınız tabii. Erkeğin çıkarı söz konusuysa, karışmazsınız. Bu da, dediğiniz gibi ‘özel aile meselesi’ değil mi? Öyle değil mi?"
Sarhoşun günahının bedelini hep ayık öder.
"Bundan hoşlanmayacağını biliyordum. Seni suçlamıyorum, gerçekten. Ama en iyi çözüm, bu. Göreceksin. Şöyle düşün, Meryem: sana ev işlerinde bir yardımcı veriyorum, ona da bir barınak. Bir yuva ve bir koca. Bugünlerde, şu ortamda, her kadının bir kocaya ihtiyacı var. Sokaklarda dövünüp duran onca dulu fark etmedin mi? Böyle bir fırsat için birbirlerini öldürürlerdi. İşin aslı, bu... Her neyse, büyük bir iyilik yaptığımı söyleyebilirim; gerçek bir hayırseverlik." Gülümsedi. "Benim bakış açımdan, bir madalyayı bile hak ediyorum."
Bu kadar dramatikleştirme. Gayet yaygın bir şey, sen de biliyorsun. Üç dört karılı arkadaşlarım var. Senin baban da üç karılıydı. Ayrıca, benim şu anda yaptığım şeyi, pek çok erkek yıllar önce yapardı. Doğru söylediğimi sen de biliyorsun.
Derhal katılaşmak, çelikleşmek zorundaydı. Aksi halde menteşelerinden ayrılacak, dağılacaktı.
O anda, Anne'nin şanla şerefle, sığırcık kuşlarıyla ilgili bütün sözleri Leyla'ya önemsiz göründü. Hatta saçma. Bütün bu öldürmelerin, yağmaların, bunca çirkinliğin ortasında, bir ağacın altında oturup Tarık'la öpüşmek öyle zararsız, öyle naifti ki. Küçücük bir şey. Kolayca bağışlanabilecek bir zaaf anı. Böylece erkeğin onu öpmesine göz yumdu; o geri çekilince de uzandı, güm güm atan yüreği ağzında, yüzü karıncalanır, göbek çukuru alev alev yanarken, kendisi onu öptü.
Tepeden tırnağa silahlı olan ama ortak bir düşmandan yoksun kalan Mücahitler, düşmanı birbirlerinde bulmuştu.
Leyla daha önce de cenazelere katılmış, aynen bunlar gibi kadınlar görmüştü; ölüme ilişkin her şeyin hakkını doyasıya veren, kendi tayin ettikleri görev sahasına hiç kimsenin dalmasına izin vermeyen, resmi avutucular.
Leyla, bir tanem, bir Afgan'ın yenemeyeceği tek düşman, kendisidir.
Tarık'ın suratındaki ekşimeye bakılırsa, oğlanlar bu açıdan kızlardan farklıydı. Onlar dostluklarını bir gösteriye dönüştürmüyordu. Bu tür sözler etme dürtüsü, ihtiyacı hissetmiyorlardı. Leyla ağabeylerinin de aynen böyle davrandığını tahmin etti. Oğlanların, dostluklara da güneşe davrandıkları gibi davrandığını anlamaya başlamıştı: varlığını tartışılmaz, mutlak kabul etmek, parlaklığının tadını çıkarmak, ama üzerinde kafa yormamak.
Bence tam bir saçmalık -hem de çok tehlikeli bir saçmalık- bütün bu ben Tacikim, sen Peştunsun, şu Hazara, bu Özbek lafları. Hepimiz Afganız, önemli olan tek şey de bu. Ama bir grup ötekine bu kadar uzun süre tahakküm ederse... Hor görmeler, aşağılamalar başlar. Rekabet. Husumet. Daima böyle olmuştur.
Aradan bir hafta geçti, Tarık’tan ses çıkmadı. Sonra, bir hafta daha geçti. ... O hafta Leyla, bir insanın çekebileceği bütün çilelerin arasında, eli kolu bağlı, öylece beklemekten daha ağırı olmadığı sonucuna vardı.
Daha çok küçüksün, biliyorum, ama bunu şimdiden anlamanı ve iyice öğrenmeni istiyorum, demişti. Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez. Sen çok, çok zeki bir kızsın. Gerçekten öylesin, istediğin her şey olabilirsin, Leyla. Seni tanıyorum. Ayrıca, bu savaş bittikten sonra Afganistan'ın erkekler kadar, belki daha da çok, sizlere gereksineceğini biliyorum. Çünkü bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur, Leyla. Hiç yoktur.
Bir kadının yüzü, demişti, yalnızca kocasını ilgilendirir. Bu sayfalardaki kadınların da kocaları vardı belki. En azından, erkek kardeşleri, ağabeyleri vardı. Bu durumda, aklı fikri başka erkeklerin karılarının, kız kardeşlerinin mahrem bölgelerinde olan Raşit, onun örtünmesi için neden baskı yapıyordu?
Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.
Bir erkeğin kalbi fesat, habis bir şeydir, Meryem. Bir ananın rahmine hiç benzemez. Kanamaz, sana yer açmak için genişlemez.

© 2024

Taylan Tatlı

TwitterGithubInstagram