Logo
Kadınsız Erkekler

Kadınsız Erkekler


EdebiyatRoman
E-Kitap

bitirildi

kadinsiz_erkekler-haruki_murakami
Kafuku, eskiden beri sezgileri kuvvetli biriydi, hem karşısındakini büyük bir aşkla sevince, ister istemez insan sezerdi.
Ne kadar şiddetli bir acıya sebep olursa olsun, ben bunları bilmek zorundayım. Çünkü insan ancak bilgiyle güçlenir.
İnsanın kendinden başka dönebileceği bir yer var mıdır ki?
İlişkiler, özellikle de kadın erkek ilişkileri, nasıl desem ki, başlı başına bir mesele. Daha anlaşılmaz, daha bencilce, daha üzücü.
Ancak yaşam denen şey öyle istikrarlı devam eden bir şey midir ki? Hiçbir sorunla karşılaşmadan rahat bir şekilde yaşayıp gitmek, iyi bir şey midir?
Kişinin ne aradığını kendisinin de bilmediği durumlarda, arayış çok güç bir işe dönüşür.
Müziğin yaşananları canlandırma etkisi vardır, bazen yürek sızlatacak denli güçlü bir etki.
Bu kadınlardan evlilik kararı alanların çoğu ya otuz yaşına yeni basmış ya da kırk yaşına girmek üzere olanlar oluyordu; yıl sonuna yaklaşırken takvim satışlarının artması gibi.
Ancak bu şekilde kutlanmayı hak eden, kutsal evlilik yapmayı başaran kadınların yaklaşık üçte biri birkaç yıl sonra Tokay’a telefon eder, neşeli bir sesle, “Tokay, yine görüşelim mi, ne dersin?” diye davette bulunurlardı. Böylece yeniden rahat olmakla birlikte pek de kutsal olduğu söylenemeyecek bir ilişki yaşamaya başlarlardı.
“Ne olursa olsun, çocuklar iyidir” diyordu arkadaşları ağız birliği etmişçesine, ancak o, bu özendirme amaçlı sözlere hiç itimat etmiyordu. Arkadaşları sırtlarındaki yükün aynısını onun da sırtına yüklemek istiyorlardı. İnsanlar, herkesin kendileri gibi zahmet çekmelerini isterler bencilce.
Nedeni son derece basit aslında. Çok sevince, duygularıma hâkim olamıyorum. Bu da dayanılmaz acı veriyor. Kalbim bu yükü kaldıramayacak gibi oluyor ve elimden geldiğince sevmemeye çalışıyorum o kadını.
Onu düşündükçe her şey, sanki iç organlarımın çalışması bile tuhaflaşıyor, özellikle de sindirim ve solunum sistemim.
Âşık olduğun kadınla buluşup bedenini onunla birleştirdikten sonra hoşça kal demenin ardından duyumsanan o yoğun kaybetme hissi. Bunaltı. Düşününce bu hisler bin yıldan beridir hiç değişmemiş.
Onunla görüşmediğim, görüşemediğim zaman içimde bu öfkenin kabardığını hissediyorum. Neye karşı bu öfke, hiç anlamıyorum. Tek bildiğim daha önce hiç hissetmediğim kadar şiddetli olduğu. Odada elime ne geçerse pencereden dışarı fırlatasım geliyor. Sandalye, televizyon, kitap, tabak, çerçeveler; elime ne geçerse. Aşağıdan geçen birinin kafasına çarpıp onu öldürse bile umurumda değil.
Ölen insanlar için yapabileceğimiz ne var diye soracak olursanız bu, onları olabildiğince uzun bir süre hatırlamaktır, derim. Söylendiği kadar kolay bir şey değil kuşkusuz. Ve herkesten istenecek bir şey de değil.
Tüm kadınların yalan söylemek konusunda doğuştan gelen özel bir yeteneğe, adeta bunu mümkün kılan bağımsız bir organa sahip olduklarına inanıyordu. Ne zaman, nerede, nasıl bir yalan söyleyeceği kişiye göre farklılık gösterse de aslında bütün kadınlar karşılaştıkları uygunsuz bir durumda mutlaka bir yalan uyduruyorlar, en ciddi anlarda bile yalan söylemekte bir an bile tereddüt etmiyorlardı. Bunu yaparken de ne yüz ifadeleri değişiyor, ne de ses tonlarında ufacık bir titreme oluyordu. Çünkü aslında bu kadınlar değildi yalan söyleyen, onlarda bulunan bu bağımsız organ kendiliğinden çalışıyordu. Bu yüzden yalan söyleyince –çok özel durumlar dışında– onların o güzel ve iyi yürekleri sızlamıyor, huzurlu uykuları bölünmüyordu.
Sohbet edecek kimsesi yoktu, telefon edecek kimsesi de. Bilgisayarı olmadığından internete de giremiyordu. Gazete aboneliği olmadığı gibi televizyon programlarını da izlemiyordu (bunun için geçerli bir sebebi vardı). Dışarı da çıkamıyordu. Eğer Şehrazad bir sebeple ziyaretlerini sona erdirirse, dışarıyla bağlantısı tamamen kopacak, tam anlamıyla ıssız bir adada terk edilmiş gibi olacaktı.
”Tek başıma ıssız bir adaya düşmedim ya. O değil de, asıl ben ıssız adanın ta kendisiyim” diye düşünmüştü Habara.
Birini bulmak o kadar güç olmamalı senin için. O kişi ben olamadım ve sana acımasızca davrandım. Bunun için çok ama çok üzgünüm. Ama seninle benim ilişkimiz, en başından beri yanlış deliğe iliklenmiş düğme gibiydi. Seni daha normal ve mutlu bir yaşamın beklediğini düşünüyorum.
“İncindin değil mi, az da olsa?” diye sormuştu karısı ona. “Ben de insanım nihayetinde, incitici bir durumda incinirim” diye yanıtlamıştı. Ama bu doğru değildi. En azından yarısı yalandı bunun. İncinmem gereken zamanda yeterince incinmedim, diye itiraf etti kendine. “Gerçek ıstırabı hissetmem gereken bir zamanda, duygularımı bastırdım. Şiddetli acı çekmeyi kabul etmemek için, olanlarla gerçekçi biçimde ve doğrudan yüzleşmekten kaçındım. Sonuç olarak da bu şekilde içi boş, cansız bir yürekle yaşıyorum şimdi. Ve zeki yılanlar yüreğimdeki o boş yeri ele geçirip, serinkanlı bir şekilde kalplerini oraya gizlemeye çalışıyorlar.”
Elbette incindim ben, hem de çok incindim. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Karanlık, sessiz bir odada.
Bir gün aniden sen de kadınsız erkeklerden olacaksın. O gün en ufak bir uyarı, küçücük bir ipucu vermeden; önsezi olarak hissettirmeden ya da içine doğmadan; kapını çalmadan, öksürerek haber vermeden; hiç beklemediğin bir anda seni bulacak. Bir köşeyi döndüğünde, aslında çoktan oraya varmış olduğunu anlayacaksın. Ama geriye dönmek mümkün olmayacak. O köşeyi bir kez dönünce, orası artık senin için mümkün olan tek dünya olacak. O dünyada sen kadınsız erkeklerden biri olarak anılacaksın, hep bu soğuk çoğul eki ile.
Kadınsız erkeklerden biri olmak çok kolaydır; önce bir kadına tüm kalbinizle âşık olun, sonra o bir yerlere gitsin, hepsi bu.
Bir kadını yitirmek, böyle bir şey işte. Ve bir zaman geliyor, bir kadını yitirmek, tüm kadınları yitirmek anlamına geliyor.