Masallar ve Toplumsal Cinsiyet

Masallar ve Toplumsal Cinsiyet

Melek Özlem Sezer

Sosyolojiİnceleme

E-Kitap

bitirildi

Yüzü dövmeliydi. Kuzeyli Nankani kabilesindenmiş ve kuzeyliler çocuklarının yüzünü yaralarlar. Bu bir âdet, güneyli kabilelerin kuzeylileri fethederek onları köle olarak sattıkları zamana dek geçmişe uzanıyor; böylece kuzeyliler kendilerini satılamayacak bir mala dönüştürmek için alınlarını, yanaklarını ve burunlarını yaralamaya başlamışlar. Nankani dilinde çirkin ile özgür için aynı sözcükler kullanılıyor. Eş anlamlı sözcükler.
‘Sınıfın güzel kızı’, bütün ortalama oğlan çocukları nezdinde müstakbel fahişedir. Biraz büyüdüğünde ya bu yaftaya uygun davranmak zorunda hissedecektir kendini, ya da içine kapanıp bir dizi cinsel davranış bozukluğuyla yoluna kör topal devam etmeye çalışacaktır.
İlkel diye nitelendirilen toplumlarda güzelliğe atfedilen önemin güçlü olmamasının nedeni, cinsel isteği ertelemeksizin doyuma ulaşma olabilir.
Peki ama güzel olsa da bunu hissedemeyen, dahası kompleksleri olan kadınları ne bekler? Birincisi kendine yöneltilen davranışların ardındaki cinsel talebi göremediği için olayları doğru algılayamaz. İkincisi, kendisine dair her hoşnutsuzluğu bir oyun, hatta çirkin bir böbürlenme ya da iltifat talebi olarak görülür. Bu nedenlerle de komplekslerini aşmada destekten yoksun kalarak içe kapanır. Gerçi cazibesine dair yansımalar alarak bir parça rahatlasa da; iltifatları rastlantısal ya da her an yitirilebilir görür, tatmini süreksizdir. Görselliğiyle ilgili bakışı bağımlıdır, dışarıdan içe yansır, bu nedenle de onaylanmaya muhtaçtır.
Erkek kullanılmayı gerçekten istemiyorsa, kadının buna ihtiyaç duymayacağı bir düzeni neden desteklemiyor ve bu gerçekleşirse kaç kişi kendini huzursuz hissedecek?
Gerçekte güzellik, tek başına işlevi olan bir şey değildir; etkisini de, bu etkinin yönünü de güzelliğe bakan taraf belirler. Hem bundan yararlanır da. Heyecanın, yaşama enerjisi duymanın, motive olmanın nimetini bedava elde etmek isteyerek, ama bedava olduğunda da huzursuz olarak.
Zengin adamla güzel kadının evliliğinde, kadın sınıf atlamak için kendini satmıştır da, erkeğin sırf güzelliği için biriyle evlenmesi yargı kapsamında değildir. Bu örnek daha basit alışverişlerde de görülebilir. Kadının kapitali olan güzellik, ona bürokraside kolaylık, işte mevki, alışverişte pazarlık gücü sağlar, bir de hilebazlığın suçunu. Bu durumda şu sorulabilir: Eğer bir oyun varsa, iki kişilik olması gerekmiyor mu?
Peki ama güzellik ne için kullanılır? Herhalde birincisi çıkar, ikincisi ego şişirmek, ileri gidersek üçüncü olarak da eğlenmek için olsa gerek. Peki güzellik kullanılıyorsa, bu salt bir kişi tarafından mı yapılıyordur? Yoksa erkek de o güzelliğin yarattığı hazdan yararlanmak için rüşvet mi sunar?
Güzellik insanı bakanın tarafında simgeleştirir, ikon haline getirir ve içine bir kalıp yerleştirmek üzere oyar. Olmadığınız bir şey üzerinden kurgulanır, sürekli kazanma değil, "elde etme" isteğiyle karşılaşır ve her zaman bir tehdit olarak algılanırsınız; hem erkeğin, hem de diğer kadınların tarafında. Öyle ki aymazlığı yüklenip hovardalık etmez ya da güçlü kocanın kanatları altına sığınmazsanız, itildiğiniz yer kadınlığınızı yaşamak değil, kadınlığı sırtlanmak olacaktır.
Cinsel kimliği hep beyan halinde olan erkeklerin dünyasına girmeye çalışan kadın, ya cinselliğini pasaport gibi kullanarak yükselecek, ya engellenecek ve her şeye hak ettiğinden daha az, daha geç ulaşacak ya da vazgeçip evine kapanacaktır. Peşinden bunca koştuğu güzellik varlığıyla da, yokluğuyla da onu ele geçirmiştir bir kere. Ne seninle, ne sensiz… Ve her koşulda, arkamıza almamız gereken en önemli şey gerçekçiliktir.
Dişi köpek kuyruk sallamazsa… Bu yüzden pek çok kadın yaşadıklarını gizlemek zorunda kalır. Ki bir kez daha tacizcinin değil, kadının tavrı sorgulanmasın.
Klasik masalın oluştuğu dönem, bireyleri ‘şablon karakterlere’ sığdırmada daha başarılıydı. Bunun da konforlu yanları vardı çünkü kaderciliğin kolaylığı, olması gerekenlerin baskısını hissettirmez. Çağın kadınının karşısında ise karmaşık yenilikler, örneğin iş hayatı ve kuralları daima değişen sosyal çevreler vardır. Diğerine tezat olarak her zaman farklı seçenekleri olduğunu bilir ve sık sık yanlış seçim yapmış olmanın ağırlığını yaşar, yani bir kez daha suçluluk duygusunu. Elbette ki bu masalların arkaik bir sahnede oynandığını bilir, ama "arzu"su söylediklerini gerçek olarak kabul eder. Değişen koşullara rağmen aynı sonuçlar istenmekte ve her zaman tatminsizlik yaşanmaktadır. Masal nihai ödülü onun alacağını söylemiştir, ki ödülün anlamı değişebilir, ama ödüllenmeye dair inanç sabit kalır. Özellikle düş kırıklıklarında; eski hayaller umut etmek, yaslanmak ya da hayıflanmak için daha çok hatırlanır. Asıl sorun da budur zaten, anlık enerji patlamalarından sonra kanıksamaya götürecek bir yorgunluk verecek o umut.
Güzel kızın erginleşme süreci, diğerlerine göre daha yavaş ve sancısı renklerle bastırılmış olarak geçer. Gerçekleri algılamakta zorlanır, çünkü ayrıcalıkları onu hayatın bildik ilişkilerinin dışında tutar. Hele zekiyse, sevimliyse, nitelikleriyle ortalamadan sıyrılıyorsa, çevresindeki herkes onunla kısa sürede yakınlaşmak ve etrafında kalmak için elinden geleni yapar. Taliplilerin aklı, sahip oldukları en ilginç şeyleri bulup bir anda sunmak üzere müthiş bir hızla çalışır, ki bu da onu havai fişek patlamalarına muhtaç hale getirir. Tabii havai fişek bir anda patlayıp söndüğü için, ilgisini uzun süre bir kişide sabit tutamaz. Öyle ki sırf farklı olduğu için ilgisi ancak ona acı çektiren, kendine dair sorularla baş başa bırakan adamlara takılı kalır bazen. Ama esas olarak ilginin ayrıcalığını anlamaktan çok, o iklimde büyüdüğü için bunun doğal bir durum olduğu zannıyla hareket eder.
Eğer erkek, kadına özgü olan karşısında; doğa ve ölüm karşısında duyduğu korkuları denetim altında tutabilmek için kadını alçaltıyor ve küçümsüyorsa kadın, kendi yasaklanmış gücüyle, gerçek varlığıyla yalnız kalır. Eğer erkek kadının daha güçlü olduğunu, kendisininse ebedi çocuk, puer aeternus; çocuksu bir çekicilik barındıran oyuncu oğlan olduğunu açıkça kabul ediyorsa kadın yine yalnızdır; bu kez her şeyi kolayca taşıyabileceğine inanılan gücüyle baş başadır.
Felsefenin mutlak anlam ve kesin hakikat arayışı, BURADA olmanın dehşetine karşı bir savunma ise eğer, bir bakıma dünyaya gelmenin endişesini bastırma çabasıysa, felsefe aynı zamanda DOĞURULMUŞ olmamızın dehşetini de gizliyor olabilir mi acaba? YARATILMIŞ olmaya bir itirazı yoktur felsefenin, çünkü soyutlanabilir. Halbuki DOĞURULMUŞ olmak, tam da ÖLECEK olmamızın karşılığı olarak, soyutlanamaz.
Her ne kadar zor anlarda sığınma, yani rahme geri dönüş isteği güçlü bir dürtü olsa da; bu aynı zamanda hiçliğe, var olunmayan döneme, dolayısıyla da ölüme dönüş anlamını da taşır. Öte yandan erkek, birlikte olduğu kadında bu arzuları ve korkuları da saklı bırakarak annesini arar. Cemal Süreya’nın dizelerinde olduğu gibi: "Annem çok küçükken öldü/ beni öp, sonra doğur beni." Öpüşme, yani cinsel birleşme, aynı zamanda eksik kalan doğumu da tamamlayacaktır. Korkunun iki temel nedeni, erotik sığınma isteğinde birleşir.
Sik/mek saldırgan bir tanımdır, ‘sevişme’de olduğu gibi karşı tarafın iradesini konu etmez. Bu nedenle de bir küfürdür, en aşağılayıcı tehdittir ve tecavüzü anıştırır.
Erkeğin şehveti çapkınlık, kadınınki ise sapkınlık (nemfomanyaklık) dahası –Mısır’da hâlâ kız çocukları sünnet edildiğine göre– gereksiz ve tehlikeli bir durum olarak tanımlandı uzun süre. Kur’an’da erkeğin hakkı, kadının görevi olarak formüle edilen cinsellikteki poligami erkek için kutsaldır. Ancak buna küçük bir anıştırma yapan dul kadın, fahişeliğin bir alt dalı olarak anılır.
Büyük bir olasılıkla da cinsellik çoğu kadın için hatta pek çok kadın için pek hoş değildi, çünkü şaşılacak kadar yakın bir zamana değin erkekler kadın bedeninin cinsel açıdan nasıl çalıştığını bilmedikleri gibi çoğu zaman umursamıyorlardı da. O zaman erkeklerin, iyi kadın için cinsel zevkin var olmadığını belirleyip fahişeyi hiperseksüel olarak tanımlamaları şaşırtıcı mı?"
Kadının katlanılabilir tek üstün özelliği olan güzellik, bağımsız karakterdeki zekâyla birleştiğinde iticidir. Çünkü kendinin mülkü olması tehlikesini yaratır. Oysa sıradan erkek, bir varlığın güzelliğiyle yetinmez, o güzelliğin efendiliğini de ister.
"Erkekler güzelliğe zekâdan daha çok değer verir. Çünkü ortalama bir erkek görmeyi düşünmekten daha iyi becerir."~ Anonim ~
Erkeğin kıskançlığında ve bekâret istemindeki ısrarında ise; bir başka erkekle karşılaştırılma, yenik düşme, iktidarını kaybetme korkusu hâkim. Bu nedenle de, kadının başka bir erkekle bakışmasına bile tahammülsüzken, onu bir diğer kadınla sevişirken görmek en heyecan verici fantazileri olabiliyor.
Ancak başarının ve güzelliğin zirvesindeki kadınlarda da benzer bir haset duygusu vardır. Çünkü o masalın ganimetini güzel değil, "en güzel"in alacağını ve rekabetin yalnızca hemcinslerle yaşanacağını öğrenmiştir. Üstelik ne yaparsa yapsın, değeri sonuç olarak cinsel değerine göre belirlenecektir ve gizli kabulü, istediğini ancak erkeğin üzerinden alacağıdır.
Dışsal alan, kadınların en eski korkusuyla mülkiyetini erkekte saklı tutar. Esas olarak kadını denetim altında tutmanın politik aracı olan tecavüz, kadını erkeğin karşısında hem temkinli olmaya, hem bir erkeğin korumasına muhtaçlığa, demek ki ihtiyat sağlayan kişiye karşı tavizkârlığa, çoğunlukla da evlilik kurumu içine hapsolmaya iter.
İnsanlık dediğimiz şey erkeklerden oluşmuştur ve erkek kadını kendi varlığı içinde değil, kendisine göre tanımlamaktadır; kadına özerk bir varlık gözüyle bakmaz.
Kız çocuk ise daha bebekliğinden başlayarak anneyle olan her anını aynı zamanda –anne olma tahayyülü içinde– yaşar. Kızların erken olgunlaşması da, bu durumda doğaldır. Çünkü o hiç salt bebek olmamıştır, o yaşam verecek ve onu süreğen kılacak kişiliğin alıştırmasını yapan bir bebek-annedir.
Kızların aldığı evcimen eğitim, onları dış dünyayla iletişim kurma konusunda deneyimsiz kılar. Evdeki işbölümünde o mutfak işlerine yardım ederken; erkek çocuk alışverişe, yani dış dünyaya gönderilir. Yumuşaklığı ve sevimliliği ile avunma sunması, kötü zamanlarda etrafı neşelendirmesi, sevgisini her zaman dile getirmesi beklenen kız çocuk, ağırlıklı olarak aile içi sosyal ilişkilerin dinamizmi konusunda eğitim alır. O bir sosyal oyunbazdır ve babasından neyi, ne zaman, gururunu ne şekilde okşayarak alacağını bilir. Bir zamanlama ve cilve ustasıdır, talepleri doğrudan değil, gönül alarak dile gelir. Sanki Haldun Taner’in söz ettiği evlilik için yetiştirmektedir kendini. "Evlilik, keman, piyano sonatına benzer. Mutlu olmak için kadın tıpkı piyano gibi nerede ön plana çıkacak, nerede arka planda kalacak çok iyi bilmelidir."
Dowling, modern dünyada barınmakla ilgili sorunlar yaşayan kadınların geri çekilme arzusunun dışında, başka bir şeyden, altta hüküm süren yargılardan söz eder. Derinlerde bir yerde kocasının sırf bir erkek olduğu için ondan daha fazla çalışması ve riske atılması gerektiğine inanmaktadır. Erkeği aşırı yüceltmek, sorumluluktan kaçmanın ussallaştırılmış bir yöntemidir. Güçlü olan zayıfa bakmalı, gözetip kollamalıdır ve çeşitli yollardan himayesi istenene aksi takdirde yaşayamayacağını anlatır. Annelik rolü verilen erkek, süt çocuğunu bırakmayacaktır. Böylece kadın kendine bir güvenlik alanı yaratarak diğer kadınların rekabetinden kurtulur. Pasifliği, çoğu kez erkek üzerinde iktidar kurmasını sağlayan bir araçtır. Sık sık "sana muhtacım" mesajı vererek, hem erkeğin gururunu okşamakta, hem de gidişini imkânsız kılmaktadır. Bazıları ise kocasının annesi olmayı seçer. Koca en basit gündelik işleri, örneğin kravatını seçmeyi bile tek başına başaramaz. Günlük yaşam beceriksizliğiyle birlikte ihtiyaç da yaratılmış bir şey olarak hükmünü sürdürür. Bağımlılık ilişkisi, binlerce yıllık birikimini kullanarak bir kez daha karşılıklı kılınmıştır.
Aitlik ne kolay, sahip olmak ne kolay… "Bunu al ve başını ört, uşaklarımın seni görmesini istemiyorum. Bu çehre yalnızca bana ait."
Bugünkü gençlerin jargonunda "Bir elektriklenme oldu aramızda," denilen şeyin adı onlarda sevmek oluyor ve "Yemeğe çıkalım" demek yerine de imamın karşısına çıkmak üzere anlaşıyorlar. Değil mi ki insan avlanırken hızlı karar verir, durup uzun uzadıya avını incelemez ya da onunla konuşmaya gerek duymaz...
Kim olursan ol, benimle gelmelisin, benim karım olmalısın! Hayır, kollarımdan uzaklaşma, ben böyle istiyorum, çünkü dilsiz bir kadını kollarımda tutmak tarif edilemeyecek kadar güzel geliyor bana. Beni doğru anlamanı istiyorum. Kadınlar sözleriyle birçok şeyi mahvediyorlar, ama sen konuşmadığın halde seviyorsan, mucize diye buna derim. Beni sevebileceğine inanıyor musun? Bana iyi bak ve isteyip istemediğini bana belli et.
Örneğin Anadolu masallarında kadın padişah karakteri devreye girer. M. H. Yavuz’a göre, bu masallar her ne kadar kadını yüceltiyor gibi görünse de, sonunda yine bir uyarını bulup kadının padişahlık yetkilerini kocasına devretmesi ve "hanım hanımcık" evinin kadını olmasıyla sonuçlanır. Bu sonuç, şu kaygılardan kaynaklanmış olabilir: Masal da olsa, kocası dururken kadını başarılı bir padişah yapmak, feodal-ataerkil bir toplumun değer yargılarına ters düşecektir. Ayrıca geleneksel bir sözlü anlatı türü olan masalda erkek üstünlüğüne dayanan, böylesine köklü bir gelenek yıkılmamalıdır. Ama kadının güçlü olabileceğinin de zaman zaman erkeklere anımsatılmasında yarar vardır.
Yakılma sürecindeki en önemli unsur, erkek elbiseleri giymesiydi. Ve ölmesi değil, diri diri yakıldığının, bir günahkâr olarak cezalandırıldığının bilinerek ölmesi gerekiyordu. İnfazının içerdiği temel mesaj, erkek elbiseleri değil, o elbiseler aracılığıyla erkek haklarının ve olanaklarının giyilebilir olduğunu göstermekteki suçtu.
Masallarda kadın kahramanlar gözüpek, lafını sözünü esirgemeyen, iddialı, hatta biraz ukala, kararlarını tek başına alan, pek çok kez oğulsuz bir ailede erkeğin yerini tutan, kahramanlık yoluna da erkek kıyafetleriyle çıkan karakterlerdir. Sonradan evleneceği erkekle hiç sakınmadan atışır, yarışır, didişir ve canının istediğinden başka bilgi vermez. Ama bir şey vardır ki, söz mutlaka kendine bir yer açar. Uzun yolculuklara, maceralara atılan bu kız bâkiredir.
Savaşçı kahraman tipi, kadın cinsiyeti için de ortak bir söylemle yüceltilse de arada keskin farklar vardır: Birincisi, kadın evlendikten sonra kahramanca davranışlarını bırakacaktır. İkincisi, bir uyarı bulunup mutlaka atıldığı maceraların bekâretini bozmadığı açıklanır.
Ezilen ve başkaldıramayan çocuk, kahramanın zaferine ortak çıkarak doyum sağlar. Ve eğer bu akıllı bir masalsa; kahraman aracılığıyla ruhsal, sosyal ve fiziki koşullarla mücadele yöntemleri hakkında bilgi edinir. Ancak pek çok masalda yanına kâr kalan cinsiyetçilik, kadını ödül-nesne olarak görme, ego şişmesi, acımasızlık, intikam, iyi ve kötünün çok keskin ve birbirinden kolayca ayrılabilir olduğu zannı, başarı için düşünmeye dair eğitimlerin değil, fiziksel gücün ve alt etme yeteneğinin yeterli olduğu fikridir.
Örneğin model alınan (hayalin cisimleşmiş hali olan) bir kadının sevgililerinin aldığı eleştiriler, çarpıcı yansıtmaları açığa çıkarır. Bir başka kadına hayran olan kadın, o hoşuna gitmeyen biriyle birlikte olduğunda, onları ayırmak için elinden geleni yapar. Geride bir yerde ihanete uğradığı duygusu saklıdır ve bu tarz bir gerçeklik içinde de öyledir. Çünkü kendini onun hayatı içinde kurgulamış ve bu durumda da istemediği biriyle birlikte olmak, demek ki istediği kişiyle olma şansını kaybetmek durumunda kalmıştır. Hayranlık, sahip olma ve müdahale etme hakkı tanır ona. Üstelik taklit etmek, anlık rahatlamalar sunsa da, her zaman acı vericidir.
Üstelik evlenme isteği uyandıracak çekicilik de, artık kahramanlıkta aranmamaktadır. Ne de olsa kahramanın nitelikleri günümüzde kiralanabilen, organize edilebilen ve ikamesi mümkün bir şeydir.
Çocukluk kahramanlarına hayranlığın içerdiği haset duygusu bazen neredeyse tahammül edilemeyecek kadar yoğun olsa da, kişi felce uğramazsa çocukluğunun kahramanlarından bir şeyler de öğrenir; hangi parçaların kendine uyduğunu veya uymadığını onların üstünde deneyerek görür.
Herkes kendi cinsiyetinin değerlilik ölçütünde zirvede olmalıdır. Prensesin güzel değil, en güzel olması gerekir. Erkeğin kahramanlığı, mutlaka güçlü ama başarısız rakiplerle berkitilir. Ondan önce canavarla boğuşan pek çok erkek canından olmuştur. (Buradaki ölüm ise elbette başarısız olan erkekliğin ölümüdür.) Herhangi birini değil, devleri, ejderhaları, olağanüstü güçleri yenik düşürür. Peki ama kimin için? Kahraman zirvede tek kalarak, rakipleri eleyerek yarışmanın ödülünü alacaktır: Eşsiz güzeli. Ama aslında prensesin en güzel olmaya ihtiyacı yoktur. Olsa olsa görkemin zirvesindekini hazmedebilmek için, bu yaldızlı bahta ulaşamayan halkın onun en güzel olmasına muhtaçlığından söz edebiliriz. Çünkü koskoca bir ülkede tek bir kişinin kral ya da kraliçe olabilmesinin saçmalığı, ancak bu şekilde aklileştirilebilir. Böylece onun yerinde olmamanın sancısı sakinleştirildiği gibi, hayalde o rolde olmanın hazzı da zenginleştirilir. Hayal aracı kahraman, masal alıcısını tatmin etmek için görkemli ödüller kazanmalıdır.
Napolyon, Josephine’e yazdığı mektupta şöyle der: "Zafere de aldırdığım yok. Senin hoşuna gittiği için zaferler kazanmak istiyorum. Zaferlerin seni hoşnut edeceğini bilmeseydim, hemen ordumu bırakır, Paris’e koşar ve kendimi senin ayaklarının dibine atardım." Böylece bir anlamda Fransa’nın yayılmacı politikası uğruna ölen binlerce erkeğin de günahını yüklenir Josephine.
Segal’e göre erkek çocuklar annelerinden ayrılmayı ve daha özerk bir benlik duygusu geliştirmeyi başarır. Çünkü annenin oğluyla ilişkisi anakliktir, yani oğlunu ayrı bir kişi gibi, kızını ise sanki kendisiymiş gibi narsistçe yaşantılar ve sever. Bu nedenle de özerklik duygusu gelişmemiş olan kızlar evlerinden ayrılsalar bile, himaye edenin varlığına eklenebilecekleri bir yer arar. Bu, özellikle Doğu masallarında daha belirgindir.
Zorla öpmenin hemen akabinde kadının aşkını ve aidiyetini sunan düşünce, sayısız anlatıda tekrarlanarak belleğe işlenir. Masumluğuyla tanınan Batı masallarının çoğunun ilk metinlerinde, öpüşmenin yerinde tecavüz vardır ki bu, mutlu sonu değiştirmez. Reddetmeyi nazla karıştıran pek çok tecavüzcü benzer söylemleri, tecavüzün kadının fantazisi olduğu kabulüyle birlikte tekrarlar. Ki haz alamayacağı, alsa da bundan utanması, dahası kendi erdemleri konusunda şüphe duyması gerektiği konusunda eğitilen kadın, dişiliğini bir kılıf içinde yaşamaya mahkûm edilir. "Orgazm taklidi yerine, kadınlar ilgisizlik taklidi yapmalıydı." Bu nedenledir ki, masallarda ilk öpücüğün kadın uyurken gerçekleşmesinin kurnazlığında, masumluğun mecburi ikameti saklıdır. İradesizliği ise aynı zamanda onun çekiciliğidir.
Çocuklukta doyumsuz kalan sevgi ihtiyacı, kendini bir başkasına bırakmaya yönelik pasif, ama potansiyel açıdan yıkıcı bir arzuya yol açabilir.
Öte yandan yine müthiş bir dikkat söz konusudur: Prensesi ancak bir prens öper ve sınıf düzeni korunur. Prenses gözlerini açar açmaz, onca özenle koruduğu cinselliğine yapılan müdahaleye karşın hemen âşık olmak dışında hiçbir tepki vermez. Oysa burada iki ihlalden söz edebiliriz: Bir ölünün öpülmesi ve rızası olmadan öpülmesi, öpüşme cinsel birleşme simgesi olduğuna göre de bekâretin bozulması.
İlkel toplumlarda yeni doğan çocuğa, yeniden yaşama dönen atalardan biri olarak bakılır. Bunun içindir ki Yunanistan da içinde olmak üzere dünyanın birçok yerinde, çocuğa büyük ana-babalardan birinin adını vermek bir töre haline gelmiştir. Çocuk ergenlik çağına erişince, bir çocuk olarak ölür ve bir erkek ya da bir kadın olarak yeniden doğar. Yetişkin de aynı biçimde bir yaşlıya dönüşür.
Cam tabut, görselliğin vazgeçilmezliğinin; görmenin ama dokunamamanın ifadesidir. Duruma gelecekteki çift açısından baktığımızda, cam tabut kızın bakireliğine dair bir gönderme olarak rahatlatıcı olmasının yanı sıra, kızın daha önceki hayatının bitimi, yeni bir hayatın başlaması anlamını da taşır. Onu bu ölüme sürükleyen –ailenin mirası olan– üvey annedir ve prensin öpücüğüyle aitlik ilişkisinin değişmesinin ardından simgesel olarak bu üvey anne ölür, yani etkisiz hale gelir. Kız için çekirdek aile kesin biçimde değişmiştir.
İlk öpücük metaforunun ilginç nedensellikler sunduğu bir başka masal da Pamuk Prenses’tir. Ormanda, camdan bir tabutta bırakılmış olan prenses, pencerede sevgilisini bekleyen kızlara benzer. İlk öpücükle hayata geri dönen prensesin öpülme nedeni ise erkeğin sevgisi değil, kızın güzelliğidir. Cinselliğin simgesi olan camın tabut formunda karşımıza çıkması, farklı anlamlar içerse de, ilk başta akla bir muhafaza olarak bekâret zarını getirir.
Çirkin yaratığın gerçekte henüz kılıfından çıkmamış bir mücevher olduğunu söylemek, bir başka insani zaafın da tesellisini içerir. Birlikte olduğumuz kişi, bizi temsil eden bir parçamız olduğu için, gururumuzu, onurumuzu ele güne karşı belirleyen bir gösterendir.
"Bazı masallarda, çirkin bir kurbağanın içindeki gerçek güzellik gösterilerek kişiye belli bir bilgi kuramı aşılanmaya çalışılır. Fakat büyünün bozulması için öpücüğe gereksinim duyan hayvan, her zaman için yakışıklı bir prenstir, prenses değil." "Erkeğin güzeli olmaz," bu bilgi kuramının Türkçe deyişlerdeki karşılığıdır. Böylece hiç de cezbedici olmayan bir evlilik, zaten "erkeğin evlenince kadına güzel geleceği" ya da değişeceği, ancak bunun karısının sevgisine, sabrına, kadınlık başarısına bağlı olduğu gösterilerek mümkün kılınır. Bu vaat, kızlarını takas ekonomisi içinde kullanmak isteyen ailelerin işini de kolaylaştırmaktadır. (Tılsımın bozduğu güzelliğine gerçek aşkın öpücüğüyle geri dönen erkek ya zengindir ya prens.) Kadınsa altbeninde masalın bu rahatlatıcı fantazisiyle bir süre oyalanır. Bu, umutla bekleme aşamasıdır, sonra da kararsız bir obsesyona geçilir. Metamorfozun anahtarının kendisinde olduğu söylenen eş, bu anahtara uyacak bir kilit bulmak için ömrünü tüketirken ikili bir acı yaşar: Sevmediği, huysuz ve çirkin bir adama katlanmak ve onu dönüştüremediği, dahası sevemediği için kendini suçlamak. Ancak başka bir seçeneği olmadığı ve kocasını değil de kendini ya da yaşamını değiştirmeyi aklına getirmesi bile imkânsız kılındığı için, en azından kaderciliğin verdiği huzura sahiptir. Böylece masal, üzerinden altın abası çekildiğinde zoraki cazibesini yitirecek damada, fakirlikten kurtulacak aileye ve en nihayetinde de bir ideal için değil, bir idealin hayalini kullanarak içini rahatlatacak olan kıza hizmet eder.
Geleneksel masalda ilk öpüşmenin büyüsü, çirkini güzele, yaratığı prense, ölümü hayata, kötüyü iyiye, ama her neyse, sonuçta evlilik yaratan bir başlangıca dönüşümü sağlar.
Toplumsal Cinsiyet (Gender): Erkek ile kadın arasındaki kültürel farklılaşma. Toplumsal cinsiyet, doğayla ilgisi olmayan bir kavramlaştırmadır. Cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasında bir ayrım yapmanın amacı, insan fizyolojisi konusunda politik bakımdan çok şey yapma olanağının bulunmamasına karşılık, kültürün değiştirilebilme olanağının söz konusu olmasıdır. Böylelikle cinsler arasındaki toplumsal ayrımcılığa karşı savaşım verilebilir.
Ahlâki ve cinslere özgü değerlilik ölçütlerine uymayanların cezalandırılmasıysa genel kuraldır. Bunlar, erkek için evini geçindirememek, cimrilik, başkasının karısına göz dikmek, kahramanın hakkını yemek ve Binbir Gece Masalları’na özgü olarak cinsel yetersizliktir. Kadın içinse temel olarak bağımsızlık, açgözlülük, tembellik, itaatsizlik, sadakatsizlik ve yasak tutkudur. Sonuncusuna, yasak tutkuyu simgeleyen kırmızıdan yola çıkarak Pamuk Prenses’in geçici ölümünün elmanın kırmızı tarafını yemesinden sonra gelmesi, ilk metinlerinde kurt yerine kurt adamın ve tecavüzün yer aldığı Kırmızı Başlıklı Kız ve Dans Eden Kırmızı Pabuçlar örnek gösterilebilir.
Klasik masallar çoğunlukla çocuğu erişkin yaşamına hazırlamayı hedef aldığı için, ana kahramanları da genellikle ergenlik çağındaki gençlerdir. Genetik hafızanın kodlarını kullanarak, ilkel kabilelerin erginlenme ritüellerini muhafaza ederler. Cinsel birleşme (simgesel anlatımı öpüşme), evlilik, yolculuk, tecrit, doğayla baş başa kalma, bedensel dayanıklılığın sınanması, yaşlı erkeğin iktidarını sarsma ya da yok etme temel erginlenme ölçütleridir. Sık tekrarlanan bir imge olan geçici ölümler de, yine erginlenmeye dairdir ve ilkel inanışın "bir çocuk olarak ölüp bir erişkin olarak yeniden doğma" kuramıyla birleşir.
Erkeğin temel değerlilik ölçütü olan kahramanlık, iki ana getiriye sahiptir: Ödül-kadın ve sosyal statünün yükselişi. Ayrıca kurlaşmanın ana kurgusal malzemesidir. Kadının hapsedildiği kule, zindan gibi ulaşılması güç mekânlar fallik yan anlamlar içerir. Kahraman, hikâyenin sonunda diğer erkekleri doğrudan ya da mecazi anlamda öldürerek iktidara sahip olur ve asi kızların evcilleşmesine hizmet eder. Kadın kahraman ise maceralara erkek kılığında girer ve macerası evlilikle birlikte son bularak rutin kadın tiplemesine çekilir. Bu arada masal, mutlaka bir uyarını bulup kızın bekâretine dair güvence sunar.
Üvey annenin bedenini ödünç alan femme fatale ise, cinselliğini sahiplendiği, iradesini kimseye teslim etmediği gibi başkalarının iradesini de boyunduruğu altına almak istediği, ayrıca ilksel evliliğe darbe vurduğu ve dul olduğuna göre de tek bir erkekle yetinmemiş olduğu için cezalandırılır. Masalda daimi partneri olan saf ve masum güzel, bu güzelliğin iradesini kendinde istemediği için onay kapsamındadır. Çiftin özelinde ve güzellikle kurdukları ilişkide temel olarak işlenen, bağımlı ve bağımsız kadın tipleridir.
Kaldı ki masal, ödüllerini ancak bağımlı kadın tiplerine sunar. Bağımsız kadın tiplemelerine ise, olağandışının sınırlarına çekerek yer verir: Büyücüler, dev anaları, ecinniler, peri kızları… Temel özellikleri doğaya hükmetmeleri, ya cinsellikle ilgilenmemeleri ya da cinselliklerini erkeği mahvedecek bir strateji olarak kullanmalarıdır.
Kadının edilgen tasviri aynı zamanda tezadı olan bir arzuyu, yani güçlü, bilge, bağımsız kadına duyulan arzuyla, bu arzunun içerdiği korkuyu devreye sokar: Periler, ecinniler, büyücüler, zalim kraliçeler ve dev anaları...
Örneğin toplum kadının mağdur olanını yücelttiği için, masallardaki iyi kadınlar da genellikle zor durumdadır. Haksızlığı fedakârlık ve sabırla ya da pasif bir kızgınlık biçimi olan kırılganlıkla yanıtlamak, bu kadınları diğerlerinin karşısında sonuçta verilen tepkiler bakımından avantajlı kılar. Kendine attığı tokat, vicdanı kullanarak tıpkı bir bumerang gibi düşmanını vurur. Doğrudan savunma mümkün değildir, ama korunma edinmek üzere hikâyesinin sahiplenilmesini sağlar. Böylece karşımıza gizli arzuları çıkar: Mağdur olarak yönetmek, beğenilip yüceltilmek, vazgeçilmezlik ve onay. Kadınların ejderhalar, cinler, kötü yürekli üvey analar tarafından hapsedilmesi ise erkekteki bir arzuyu ortaya çıkarır: Kahraman olma. Bataktan kurtarılan güçsüz, saf genç kıza hayatı öğretmek de, alçakta duran birinin yanında boy daha uzun görüneceğine göre ‘önemli olma’ arzusuna dayanır. Kendine güven, kendine hayranlık, iktidara, birinin dayanacağı kadar sağlam bir akla ya da güce sahip olma…
Tüm mitlerde olduğu gibi güçlü bir iletkenlik özelliğine sahip olan masal, göç ettiği coğrafyada asimile olarak, yerel ihtiyaçları karşılamak üzere dönüşür. Aslında masalların tüm dünya için ortak bir haznede biriktiğini, büyük bir çoğunluğunun birbirinin yerel versiyonları olduğunu söylemek mümkündür.
Kaynağını ne kadar bireysel arzulardan almış olursa olsun, son döneme kadar daha çok halk anlatı geleneğine dayandığı için yaşamaya devam etmesi toplumsal kabule bağlıdır. Bu nedenle de farklı ideolojilerdeki masalların popülerleşme oranlarını karşılaştırmak, ortalama kültürün neleri bünyesine alıp nerede direnç gösterdiğini izleme olanağı verir.
Biçimlendirdiği kimlikler, geleneksel olanın talep ettiğidir ve onunla ama az, ama çok uyumludur da. Masalın bağımlı kadınından, çağdaş yaşamın derhal ve kusursuz olarak talep ettiği bağımsız kadın tipine geçişte de kendini yeniden yaratır, özellikle sinemada. Bağımsızlık korkusu arttıkça da, kadın için kurtuluş ya da sığınma talebi masalın işlediği hayaller üzerinden ilerler. Sanki o kurtarıcı erkekler doğal hakmış da, kadın başka türlü bir yaşamın beceriksizliğinde haddi olmayarak boş yere dolanırmış gibi…
‘Göz önünde bulunanın görünmezliği’ edebiyatta "masal" kadar hiçbir türde azabını bunca yaşatmamıştır.

© 2024

Taylan Tatlı

TwitterGithubInstagram