Uçurtma Avcısı

Uçurtma Avcısı

Khaled Hosseini

EdebiyatRoman

E-Kitap

bitirildi

Yaşam bir trendir, atla!
İlkokul birinci sınıf kitabımı bile okuyamayan Hasan, beni rahat rahat okuyordu.
Ferzane'yle birlikte patatesle nan almak için pazara gitmiştik. Satıcıya patatesin fiyatını sordu, ama adam onu duymadı - galiba bir kulağı sağırdı. Bunun üzerine Ferzane biraz daha yüksek sesle sordu, ansızın genç bir Talib koşarak yanımıza geldi ve elindeki sopayı Ferzane'nin baldırına var gücüyle indirdi. Öyle sert vurmuştu ki, karım yere yığıldı. Adam avaz avaz bağırıyor, Ahlak ve İffet Bakanlığı'nın kadınların yüksek sesle konuşmasını yasakladığını haykırıyordu. Ferzane'nin bacağındaki geniş morluk günlerce geçmedi; bense öylece durup karımın dayak yiyişini izlemekten başka hiçbir şey yapamadım. Karşı koysaydım, o köpek hiç kuşkusuz beynime kurşunu sıkardı; hem de seve seve! O zaman Sohrab'ım ne yapardı? Sokaklar aç yetimlerden geçilmiyor zaten; sağ olduğum için her gün Allah'a şükrediyorum. Ölümden korktuğum için değil, karımın bir kocası olduğu, oğlum da yetim kalmadığı için.
Ne yazık ki, yinelene yinelene içi boşalan deyimler, bir klişenin her şeyi kısaca, birkaç sözcükle anlatıverme özelliğini gölgeliyor.
"Bak, Amerikalı olsaydın fark etmezdi. Burada insanlar aşk için evleniyor; aile adı, ecdat filan söz konusu bile olmuyor. Evlat edinirken de aynı şey; bebek sağlıklı olduğu sürece herkes mutlu. Ama biz Afganız, baçem."
"Oğulları her gece diskolarda, et peşinde. Kız arkadaşlarını gebe bırakır, evlilik dışı çocuk sahibi olurlar ama kimse ağzını açıp bir şey söylemez. Eh, delikanlılar eğleniyor işte! Ben tek bir hata yaparım ve ansızın herkes nang, namus diye cıyaklamaya başlar; ömrümün sonuna kadar da başıma kakar!"
"Evet, anlattıklarım seni rahatsız etti mi?" "Biraz," dedim. Ona bir gerçek borçluydum. Ona yalan söyleyemezdim; ben henüz tek bir kadınla bile yatmamışken, onun bir erkekle birlikte olduğunu öğrenmenin iftikhar'ımı incittiğini saklayamazdım. Beni az da olsa rahatsız etmişti, ama Baba'dan khastegari gitmesini istemeden önceki haftalarda, bu konuyu kafamda yeterince kurcalamıştım. Ve sonuçta şu soruya varmıştım: Bir insanı geçmişinden dolayı eleştirmek bana mı düşmüştü?
Yalnızca cinsiyetimi belirleyen genetik piyango sayesinde kazandığım güç, beni bile az çok ürküttü.
Ben bir mücarat, yani genç, bekâr bir erkek, o da evlenmemiş, genç bir kadın. Üstelik, bir geçmişi olan bir kadın. Bu, bir dedikodu malzemesinin (hem de en lezizinden) sınırlarında, son derece tehlikeli bir biçimde gezinmek demekti. Zehirli diller iştahla yalanacaktı. Ve bu zehrin acısını o çekecekti, ben değil - Afganlara özgü çifte standardın, benim cinsimi fena halde kayıran eğilimin çok iyi bilincindeydim. Delikanlının kızla konuştuğunu gördünüz mü? değil. Vaay, oğlana nasıl yapıştı, gördünüz mü? Ne loçak ama!
Her seferinde içimden yeminler ederdim: Yaz bitmeden onunla mutlaka konuşacaktım. Ama yaz bitti, okullar açıldı, yapraklar sarardı, sonra döküldü, kış yağmurları bastırıp Baba'nın eklemlerini sızlattı, sonra taze sürgünler yeniden boy gösterdi, ben bir türlü Süreyya'nın gözlerine bakacak cesareti toplayamadım.
Süreyya. Bitpazarında Bulduğum Prensesim. Yelda'mın sonunda doğan güneş.
Belki haksızlık, ama bazen birkaç günde, hatta tek bir günde olanlar bütün bir ömrün akışını değiştirebiliyor.
Onlara, Kâbil'de ağaçtan kopardığımız bir dal parçasını kredi kartı niyetine kullandığımızı anlatmak isterdim. Hasan'la dalı alır, fırına giderdik. Fırıncı bıçağıyla dalın üzerine bir çentik atardı; tandır'ın alevleri arasından bizim için çektiği her nan somunu için bir çizgi. Ay sonunda Baba çubuktaki çentiklere göre ödeme yapardı. Hepsi bu kadar. Kimlik filan yok.
Öteki çocuğun ne için yarıştığını bilmiyordum, belki de yalnızca ün kazanmak için. Oysa bu, benim görülen değil bakılan, duyulan değil dinlenen biri olabilmek için tek şansımdı. Eğer bir Tanrı varsa rüzgârı yönlendirir, emrime sunar, böylece ben parmağımın tek bir hareketiyle acımı, özlemimi kesip atardım.
Uçurtma uçurmanın ayrılmaz bir parçası da buydu: Zihnin uçurtmanla birlikte oradan oraya savrulurdu.
Özü sözü doğru olanların ortak yönü de budur: Karşısındaki kişinin de içten konuştuğunu sanırlar.
Baba'yla aynı evde yaşıyorduk, ama farklı dünyalarda. Uçurtmalar bu iki dünya arasındaki, kâğıt inceliğindeki kesişme noktasıydı.
Neden adam karısını öldürdü? Daha doğrusu, gözyaşı dökmek için illa da üzülmesi mi gerekiyordu? Soğan koklasa olmaz mıydı?
Çocuklar boyama kitabı değildir. Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın.
Bir şairle evlenmek başka şeydi, burnunu şiir kitaplarından kaldırmayan bir oğula sahip olmak başka şey, elbette... Baba'nın hayal ettiği erkek evlat bu değildi. Gerçek erkekler şiir okumazdı; hele şiir yazmak, Tanrı korusun!
Yukarıda bir yerde bir Tanrı varsa, umarım benim viski içmem ya da domuz yememden çok daha önemli meselelerle uğraşıyordur.

© 2024

Taylan Tatlı

TwitterGithubInstagram