Onu görmek umudu içinde. Onu görmek, konuşmak onunla. Bir şeyleri çözmek. Soracak, soracak. Belki anlatacak. Neyi?
Aralarına karıştım. Vakit geçsin. Ölünceye kadar vakit geçsin. Her şeyin acılığını, burukluğunu duyuyorum.
Bilirim ben. Çok şeyler bilirim ben. Gözlüklü bir adamım ben.
Önü mezarlık, arkası çöplük, ahşap bir evde oturuyordum. Evler nasıl da etkiler insanı.
Herkes kendi sesini işittirebilmek için, belki de kendi varlığını kendine duyurmak için alabildiğine havlıyordu.
Bıktım artık, bıktım. Her şeyden bıktım. Bak burada, bu oturduğum yerden ne bir ağaç görüyorum, ne bir ot, ne bir yeşillik. Her şey bir taş yığını, evler; şu gittikçe çürüyen şeyler.
Herkesin derdi şehvet. Terliyorum. Her şey şehveti hatırlatıyor.
Arkadaşım, bütün dünya paranın üstünde dönüyor. Yani param olsa şöyle bol tarafından, bende asık yüz filan kalmaz. Zengin olmayı öyle istiyorum ki.
Helal mal yiyoruz. Kâfir değilim çok şükür. Ama bu kocakarılar ağızlarına ne gelirse söyler. Geveze olur bunların hepsi!. Bir adamın kızına, baban çarpılacak denir mi?
Dibini eşelerseniz bu doğrudan doğruya en ilkel duygulardan biriydi. Kendinden güçlülere baş eğmek duygusu. Bu pişkinlik değil en bayağı cinsinden yaltaklanmaktı. Belki de solucan gibi sürünmekti.
Bu memur iri yarıcadır. Ama memurlara vergi bir korkaklık sinmiştir üstüne. Bellerini bükmeye alışmışlardır. Bir yandan da acıyorum ya onlara.
Hep bir şeyler umar insan, bir yolculuktan sonra bir şehre gelince. Sonra ne umduğunu bulabilirsin ne de istediklerini yapabilirsin.
Sizi daha yeni tanıdım. Bu eve gelmeseydiniz belki hiç tanımayacaktım. Ölünceye kadar. O zaman benim için olmayan bir insan olacaktınız. Ne tuhaf değil mi?
“Ey, aptallar” dedim. “Siz kimseyi tanıyamazsınız. Size asıl kötülük edenlerin kim olduğunu bilmezsiniz de gelir beni döversiniz. Evet, benim size bir iyiliğim olmadı. Boşuna yaşadım ama kötülüğüm de olmadı. Ne diye ne diye?...”
Ben insanlardan sevgi istiyorum, dostluk istiyorum. Sözlerime dikkat et. Apartman istemiyorum. Sevgi istiyorum.