Anaerkil toplumlarda eğer ortak bir nokta varsa o da üyelerinin her birinin iyi mizaçlı oluşudur.
Nagovisiler kadar Khasiler için de kadın vücudu, doğanın gücünün cisimleşmiş hâlidir. Yaşam böylece tekrar çoğalır. Güneş ile arzuyu, doğuranın sıcaklığıyla ve parlaklığıyla özdeşleştirirler.
Tanrı’nın erkek olduğu bir din olan Hristiyanlıkta, anaerkil bir kültürün içinde bulunmak çok zor. Eğer evi yöneten kişi kadın ise, erkek olan Tanrı korkusu kimsede olmayacaktır.
Sakin görünüyor ama az sonra bir daha aynaya bakmayacağına karar vererek beklemeye başlayacak. Zaman artık onun ellerinde olmayacak. Ona sadece pencereden gölgelere bakmak ve kendi kendine aşkının gelip gelmeyeceğini sormak kalacak. Erkek bunu bilmese bile o bir erkeğin merhametine kalacak.
Hint alt kıtasında, kafa avcıları parayla komşu kasabaların kadınlarını avlayıp dişi ruhun özünü bulmak için ganimetleri incelerken, aynı sırada, Avrupa’da doğan psikanalist, kanepede yatan binlerce bireye, "Bir kadın ne ister?" diye soruyordu. Az da olsa tanıma merakı, hareket hâlinde bir bilmece.
Kapıdan girenleri boyun eğmeye mecbur kılan bir detay olarak, bütün yerleşim yerlerinde kapılar alçak. Bu, aile tarafından konmuş kaçınılmaz bir saygı işareti.
Aile içinde olduğu kadar aile dışında da agresif olmak onursuzluk. Bu, anaerkil toplumun belirgin bir özelliği. Her türlü şiddet reddediliyor. Herhangi bir aşırı tepki, özellikle zor kullanma, kötü görülüyor. Bizim dünyamızda erkeklik, cesaret ya da sporun tuzu biberi olarak tanımlanabilen şey onlar için dayanılmaz olan. Bunu tam olarak karşılayan terim ise utandırmak.
"Kasabanın reisi her zaman erkek oluyor. Reis yardımcısı da. Aile işleri ve ekonomik işler kadınların ama kasabadan erkek sorumlu oluyor. Yapacak pek iş de olmuyor ama bütün topluluğu ilgilendiren kararlar alınacaksa, kadınlar bizi tercih ediyorlar."
Anaerkil toplumda aileler aynı mülk içinde yaşıyorlar ve aile üyeleri evlenmiyorlar; yaşlılarına bakıyorlar. Tabi çocuklar sorunu da çözümlenmiş bir konu; herkes herkesle ilgileniyor. Yaşlılar için masada bir tabak daha oluyor ve ateşin yanında imtiyazlı yerleri bulunuyor. Çocuklar avluda annelerin, büyükannelerin, teyzelerin ve dayıların gözleri önünde oynuyorlar. Herkes çalıştığından mülk asla miras için bölünmüyor, devamlı büyüyor. Hiç kimse başlangıçtan itibaren yeni bir hayata başlamıyor, sadece aynı hayatı devam ettiriyorlar.
"Eğer aşık olduğumu bilmiş olsaydım, o zaman aşık olamazdım."
"Aşk ve eş birbirine aykırı durumlar. Benim için aşk bir erkekle birleşebilmemi sağlayacak tek bağdır. Benim kültürüm, başka şeyleri dikkate almamı zorunlu kılmadan buna izin veriyor. O şekilde düşünerek bunu nasıl feda ettiklerini anlamıyorum. Aile kurmak için evleniyorlar. Ben ise tam tersini düşünüyorum; aile olmanın en iyi yolunun kesinlikle evlenmemek olduğunu."
"Arkadaşlar aile gibidir."
Eğer arabada bir Tibetli şoför, bir Mosuolu geleceğin kadın reisi, bir Çinli politik ajan olduğunu düşündüğüm çevirmen ve bir meraklı Güney Amerikalı yolculuk ediyorsa, tek eksik Budist bir rahiptir.
Acı çekmenin nedeni arzudur. Öğretilerindeki temel gerçek bunu bilmek oldu. Eğer arzu duyulmaz ise beklemek için hiçbir şey olmayacaktır. Eğer hiçbir şey beklemiyorsak, elde etmediğimiz bir şey için acı da olmayacaktır.
Kendimi, kameramın arkasına saklanmış keskin bir nişancı gibi hissediyorum. İkiye sekizlik diyaframla ve altmışlık hızla, ben bir durum hırsızıyım; görüntü hırsızlığı yapmak için gizleniyorum.
"Şimdi çok sık olmuyor ama önceden, bir erkek çocuk çalışkan değil ise ve gayret göstermiyorsa, ailesi onu derhal çalışmalarını bırakması için okuldan alırdı." "Peki ya kız çocuklarını?" "Hayır, kız çocuklarını asla okuldan almazlar." Önemli bir şeyi unutmuş gibi hemen ekliyor. "Onlar her zaman gayret sarf ediyorlar."
Diğer cinsin hayali olan ideal erkek veya ideal kadın, bize benzer birisidir ve onunla karşılaşmak için azıcık iyi bir gönüllülük yeterlidir. Bu kendi kültürümüzün, doyumsuzluk üretimi için eşsiz ana materyal özelliğidir. Sinema bizi mutlu sona alıştırdı, aşk her şeyi çözüyor. Anlaşılmayan tek şey, mutlu sonla biten filmler yapan aktörlerin, kendi hayatlarını çoğu kez korkunç bir sonla bitiriyor olmaları.